31 Ekim 2012 Çarşamba

The Wallflowers- Glad All Over

Doksanlı yıllarda sevip daha sonra bir süre izini kaybettiğim The Wallflowers Ekim ayının başında altıncı albümlerini çıkardı. 1996 yılının en sevdiğim albümlerinden "Bringing Down the Horse" 4 platin plak kazandırmıştı gruba.Özellikle şu dört şarkı albümün popüler olmasında büyük rol oynadılar. "One Headlight", "The Difference", "Three Marlenas" ve benim için tanışma parçası diyebileceğim "6th Avenue Heartache"

6th Avenue Heartache




Three Marlenas



Fakat bu kadar popüler albümden sonra ne olduysa oldu ve bir türlü aynı başarıyı yakalayamadılar benim için.Bruce Springsteen ile 1997 MTV VMA seslendirdikleri "One Headlight" etkisi mi bilinmez :)

 

 2010 yılında Jakob Dylan 2.solo albümünü çıkardı."Bringing down the Horse" kadar olmasa da o yılın iyi albümlerinden biridir.Prodüktörü T-Bone Burnett olan albüm folk country tarzındadır ama bana sorarsanız Jakob Dylan'ın sesi arkasında bir grupla çok daha kulağa hoş geliyor.

 


Bu kadar tarih bilgisinden sonra gelelim "Glad All Over" albümüne. İlk başta biraz elim korkarak gitsede albüm "Bringing Down the Horse" ayarında olmuş.Özellikle Clash'ın gitaristi Mick Jones ile beraber seslendirdikleri "Misfits and lovers" ve albümün ilk video çekilen parçası "Reboot the mission" çok başarılı.Bunlar haricinde Springsteen tarzında "It won't be long (till We're not wrong anymore, açılıştaki "Hospital for sinners" ilk dinleyişte akılda kalan parçalar.Şarkı sözlerinin tamamı Jakob Dylan'a ait.Albümde zaman zaman babası Bob Dylan ayarında sözler yazmış.


16 Eylül 2012 Pazar

"Call Me Maybe" çılgınlığı

Carly Rae Jepsen - Call Me Maybe Star Wars - Call Me Maybe Miami Dolphins Cheerleaders-Call Me Maybe Jimmy Fallon, Carly Rae Jepsen & The Roots -Call Me Maybe Glee-Call Me Maybe Call Me Maybe for Choir and Orchestra

17 Mayıs 2012 Perşembe

Train -California 37 (devam)

Albüm "This will be my year" isimli şarkı ile açılıyor.Monahan ve arkadaşları 85'den günümüze dünyada,hayatlarında neler olduğunu anlattıkları bir parça. Bana Billy Joel'in "We didn't start the fire"'ını anımsattı.Karşılaştırıldığında kronolojik anlatım benzese de biraz daha kısa bir zaman dilimini anlatıyor. Train bu şarkı için klip çekmemişse de youtube'da çok güzel yapılmış bir klibini buldum. Bir evvelki yazıda belirttiğim referanslardan birininde klibini koymadan yazıyı bitirmiyeyim. "I stopped believin' although Journey told me "Don't" Glee seyredenler hemen hatırlayacaktır.Şarkının orijinali Journey grubunun 1981 yılında piyasaya sürdüğü "Don't Stop Believin'"
Glee cover'ını koyarak yazıyı bitireyim.

15 Mayıs 2012 Salı

Train -California 37

İlk Train'i 2001 yılında "Drops of Jupiter" ile duymuştum.2002 yılında ise bu parça ile iki Grammy kazandılar. 2001 yılından 2009'a kadar popülaritesini kaybetmiş olsalarda beklenen patlamayı 2009 yılında "Save me San Francisco" ile yaptılar. Bu şarkı ile ikinci defa Grammy kazandılar. Geçtiğimiz nisan ayında ise 6.albümleri "California 37" Columbia'dan çıkardılar.Albümde genel olarak iyice pop tarzına dönselerde zaman zaman country,rock hatta mariachi tarzında parçalardan oluşuyor. T
Train'in en büyük özelliği alışılmışın dışında uzun sözlerden oluşan şarkıları olması.Bu şarkı sözlerinde zaman zaman değişik isimlere de referans vermesi.Örneğin "50 Ways To Say Goodbye" Paul Simon ve Yom Kippur'a, "You Can Finally Meet My Mom" da ise Chris Farley'den Jimmy Hendrix'e, Paul Newman'dan Etta James ve Bob Marley'e olduğu gibi.Albümden ilk single Ocak ayında çıktı.Parçanın adı "Drive by".Özellikle San Francisco civarını bilenlerin hoşuna gideceğine emin olduğum bir klibi var.
İkinci single "Feels Good at First" ise mart ayında çıktı. Benim bu ikisi hariç Ashley Monroe ile düetleri "Bruises","50 Ways to Say Goodbye" ve açılışını "Drops of Jupiter"'e çok benzettiğim "You Can Finally Meet My Mom"

29 Mart 2012 Perşembe

Rango

Genelde animasyon filmlerini kaçırmamaya çalışırım ama nedense Rangoyu bir türlü seyredememiştim.Çok değişik bir animasyon filmi olmuş.Bir kere Pixar'ın sevimli karakterlerinin aksine son derece çirkin karakterlerden oluşan bir kadro var.Seslendirme kadrosunda Johnny Depp,Alfred Molina,Ned Beatty gibi isimler var.



Yönetmenliğini ise Gore Verbinski var.Verbinski ismini Pirates of the Caribbean filmlerinden hatırlayabilirsiniz.Yani daha evvelden Johnny Depp ile çalışmış bir isim.



Müziklerine gelince Hans Zimmer'in hazırladığı harika bir albüm var.Albümde Los Lobos ve Rick Garcia'da var.



Filmde bir çok eski (özellikle western türündeki)filmlere göndermeler mevcut.Örneğin A Fistful of Dollars, The Good, the Bad and the Ugly, Once Upon a Time in the West.

Jonathan Safran Foer ve Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın



İki sene evvel Siren yayınları ve Jonathan Safran Foer ile tanıştım.İkisinden de okuduğum ilk kitap "Aşırı gürültülü ve İnanılmaz Yakın" idi.Genelde kitapların ilk yirmi sayfasına geldiğimde kitap hakkında ne düşündüğüme karar veririm."Aşırı gürültülü ve İnanılmaz Yakın" çok ciddi gel-gitler yaşatan bir kitaptır benim için.200.sayfaya geldiğimde 2-3 defa bırakma ve tekrar başlama kararı almıştım.En sonunda son derece mutlu şekilde bitirmiştim.


O gece babam beni yatırır ve kitap hakkında konuşurken bu meseleye bir çözüm düşünüp düşünemediğini sormuştum.
“Hangi mesele?”
“Fazlasıyla önemsiz olmamız meselesi.”
“Pekala, bir uçak seni alıp Sahra çölü’nün ortasına bıraksa ve sen orada, bir cımbızla bir kum tanesini yerinden bir milimetre oynatsan ne olur?” demişti. “Muhtemelen susuzluktan ölürdüm,” demiştim.
“Hayır, tam o anda, tek kum tanesini oynattığında demek istedim. ”Ne anlama gelirdi bu?” demişti.
“Bilmem. ne?” demiştim. “düşün bakalım,” demişti. düşünmüştüm.
“Herhalde bir kum tanesini oynattığım anlamına gelirdi.”
“Ki o da Sahra’yı değiştirdiğin anlamına gelirdi.”
“yani?”
“Yani mi? Yani, Sahra uçsuz bucaksız bir çöldür. Ve milyonlarca yıldır var. Ve sen onu değiştirdin!”
“Doğru!” demiştim yerimde doğrularak. “Sahra’yı değiştirdim!”
“Anlamı?” demişti. “Ne? Söyle.”
“Eh, Mona Lisa’yı yapmaktan veya kanseri tedavi etmekten bahsetmiyorum. sadece bir kum tanesini bir milimetre oynatmaktan bahsediyorum.”
“E?” “Bunu yapmasaydın insanlık tarihi şöyle gidecekti…” “Hı-Hı?” “Ama yaptın. yani?” yatakta ayağa kalkmış, yıldızları göstermiş ve bağırmıştım:
“İnsanlık tarihinin gidişatını değiştirdim!” “Doğru.” “Evreni değiştirdim!” “Değiştirdin.”
“Ben, Tanrı’yım!”
“Sen ateistsin.”
“Ben, yokum!” yatağa, kollarına atlamıştım ve kahkahalarla gülmüştük.


Bu sene kitabın filminin çekildiğini okuduğumda merakla beklemeye başladım.Daha sonra kadrosunda Tom Hanks ve Sandra Bullock'un olduğunu öğrendiğimde merakım bir kat daha arttı.Yönetmen olarak ise Stephen Daldry seçilmişti.Yönetmeni Billy Elliot,The Hours ve The Reader filmlerinden hatırlayabilirsiniz.(Favorim Billy Elliot dır.)



Hikaye bir 11 Eylül hikayesi ama arka planda çok güzel bir baba oğul hikayesi var.11 Eylül sırasında babası ölen Oskar,bir süre sonra babasının eşyaları arasında eski bir vazonun içinde bir anahtar bulur.Bu anahtarın babasının ona hazırladığı bir oyun olduğunu düşünerek New York şehrinde hangi kilidi açacağını aramaya başlar.(Babası sağken Oskar'a sürekli bir takım nesneleri saklayıp bulmasını sağlayarak bir takım dersler vermektedir.)
Filmde Tom Hanks çok başarılı bir baba olmuş.Sandra Bullock role yakışmış ama bence en ilginç seçim Oskar rolündeki Thomas Horn.Yapımcılar Horn'u Jeopardy yarışmasında görüp seçmelere katılması istenmiş.
Bir süredir Oskar ödül töreninde En iyi film dalında aday sayısı arttı."Extremely Loud & Incredibly Close" bu seneki adaylardan biriydi.

Filmler hakkında önceden fikir almak için genelde Internet movie database iyi bir kaynaktır.Özellikle kadrosu iyi olan filmlerde düşük puan var ise o filmlerden uzak durmakta fayda vardır.Genelde değişik insanlar tarafından puanlama yapıldığı için objektif bir puan ortaya çıkar.Bu filmde ise kadro ve yönetmen göz önüne alındığında oldukça 6,7 gibi düşük bir puan var.İlk defa hakkının yendiğini düşündüğüm bir filmle karşılaştığımı söylersem abartmış olmam.



Dünya hep aynı kalırken ölen insan sayısının artması ve günün birinde kimseyi gömecek yer kalmayacak olması tuhaf değil mi yani? Geçen yıl, dokuzuncu yaşgünümde babaannem bana, 'The National Geographic' dediği National Geographic dergisine abonelik hediye etti... Her neyse, büyüleyici olan, dergide bugün dünyada tarih boyunca ölmüş olan herkesten daha fazla canlı insan bulunduğunu okumamdı. Başka bir deyişle bugün herkes birden Hamlet oynamaya kalksa, yeterince kafatası bulunmayacağı için bu mümkün olmayacaktı!

26 Mart 2012 Pazartesi

Blues Traveler -25

Mart başında Blues Traveler 25.yılını kutlamak amaçlı bir "Best of" albüm yayınladı.



Grubu ilk olarak 1994 yılında çıkardıkları "four" isimli albümle duymuştum.Hatırlayan bilir "Run-Around" ve "Hook" o yıllarda çok sevilmişti.1996 yılında ise "Run-Around" ile Grammy kazanmışlardı.



Gerçi ben "Hook" parçasını daha çok severim.



Blues Traveler özellikle konser performansıyla çok sevilir.10 studyo albümüne ilave olarak 3 adet konser albümü mevcuttur.Özellikle John Popper'ın ağız mızıkası ile yaptığı gösteriler son derece meşhurdur.





25 Mart 2012 Pazar

Açlık Oyunları

Zaman zaman bazı şeylere kafayı takıyorum.Suzanne Collins'in "Açlık oyunları" serisini de okumaya başlamam seri kitap okumaya kafaya takmama denk geliyor.Her ne kadar hedef kitlesinde olmasam da son kitaba kadar zevkle okuduğum bir seri oldu.(Son kitap biraz sıkmıştı açıkcası)



Popüler serilerin aksine(Twilight veya Harry Potter) fazlaca doğaüstü olayları hikayeye karıştırmadan güzel bir hikaye olduğunu düşünüyorum.Filme çekildiğini okuyunca ne zaman vizyona gireceğini merakla beklemeye başladım.



Yönetmen koltuğunda seyrek film çeken bir isim var.Gary Ross'u daha evvel Seabiscuit (2003),Pleasantville (1998)filmlerinden hatırlayan olabilir.İlk duyduğumdan riskli bir seçenek gibi gelmişti.Dün akşam filmi seyredince projenin altından başarı ile kalktığını düşündüm.Romana sadık kalmış.Hatta bazı sahnelere kitabı okurken birebir kafamda canlandırdığım gibi çekilmiş.



Bu tür gençleri hedefleyen filmlerde yeni bir uygulama gözlemlemekteyim.Filmde çalmasa da son derece iddialı isimlerden oluşan albümler piyasaya çıkarıyorlar.



1. "Abraham's Daughter" Arcade Fire 1st song in end credits 3:22
2. "Tomorrow Will Be Kinder" The Secret Sisters 3:25
3. "Nothing to Remember" Neko Case 2:58
4. "Safe & Sound" (featuring The Civil Wars) Taylor Swift 2nd song in end credits 4:00
5. "The Ruler and the Killer" Kid Cudi 4:33
6. "Dark Days" Punch Brothers 3:53
7. "One Engine" The Decemberists 3:01
8. "Daughter's Lament" Carolina Chocolate Drops 2:46
9. "Kingdom Come" The Civil Wars 3rd song in end credits 3:42
10. "Take the Heartland" Glen Hansard 2:45
11. "Come Away to the Water" (featuring Rozzi Crane) Maroon 5 5:13
12. "Run Daddy Run" (featuring Pistol Annies) Miranda Lambert 2:45
13. "Rules" Jayme Dee 3:27
14. "Eyes Open" Taylor Swift 4:04
15. "Lover Is Childlike" The Low Anthem 4:15
16. "Just a Game" Birdy 4:01

İlk romanı okurken aklıma Japon filmi Battle Royale(2000) gelmişti.(Takeshi Kitanoyu anmadan geçmeyelim)



Daha iki kitap olduğu düşünülürse konu sıkıntısındaki Hollywood'a ilaç gibi gelen bir proje gibi gözüküyor.Jennifer Lawrence tam kafamdaki gibi bir Katniss Everdeen olmuş.Stanley Tucci ve Donald Sutherland çok başarılılar.

22 Şubat 2012 Çarşamba

Blur - Girls & Boys / Song 2 in Brit 2012

Bruce Springsteen - We Take Care Of Our Own

Bruce Springsteen 17.albümünü yayınladı.Albümün adı "Wrecking ball".Hip-hop'dan İrlanda folk müziğine müthiş bir harman var.2011 yazında ölen Clarence Clemons iki parçada eşlik ediyor.İşte ilk klip "We Take Care of Our Own"



Death to my hometown



SXSW konuşması

13 Şubat 2012 Pazartesi

Hachiko: A Dog's Story ve Red dog

Takashi alınmasın ama geçen sene içerisinde seyrettiğimiz iki film hakkında yazmak istiyorum. İkisi de maalesef köpeklerle ilgili Tako'cuğum.

İki film de köpeklerin sadakati hakkında. İnsanları kolayca etkileyecek bu köpek özelliği, kedilerde yok. Belki de bu yüzden kedi filmlerini fazla göremiyoruz. 2001 yapımı "Cats and Dogs" ve devam filmi var mesela ama genelde bunlar da köpek ağırlıklı filmler. Hatta kedi, kötü karakter bu filmlerde.

Kediler pek fazla rol yapma taraftarı değiller sanırım. Yaklaşık 5 sene evvel Disney World'de bir hayvan gösterisine girmiştik. Köpek ve kuş ağırlıklı bu gösterinin sonunda bir kedi çıkıyor yaklaşık 10 metre koşup bir yazıya çarpıyor yazı "The End" şeklini alıyordu. Onu bile zorla yaptığı o kadar belliydi ki kedinin. Zorla çıktı yapsam mı geri mi dönsem diye 10 saniye kadar bekledi ve sonunda yaptı ama diğer göstericilerin yaptıkları yanında çok küçük bir roldü. Neyse Takashi'nin gönlünü alarak yaptığımız bir girişten sonra filmlere başlasam iyi olacak.



İlk film Lasse Hallström'ün yönettiği Hachiko: A Dog's Story. Hallström sevdiğim bir yönetmen. İsveçli. Hatırlamayanlar için bir kaç filmini söylemek gerekirse; What's Eating Gilbert Grape, The Cider House Rules ülkemizde en bilenen filmi ise Chocolate (Juliette Binoche ve Johnny Depp'in oynadığı biter bitmez herkesin çikolata yeme isteği duyduğu film). Benim favori filmim ise her ne kadar filmografisinde önemli bir yer tutmasa da "The Shipping News"dir. Merak edenler için filmle ilgili tanıtım;



Her ne kadar "Dear John" gibi neden çektiğini anlamadığım bir filmi de olsa genel olarak takip ettiğim sevdiğim bir yönetmendir. Hachiko gene benzer bir tonda başlayan ama filmin yarısından itibaren izleyici tam anlamıyla darmadağın eden bir film. Senaryo gerçek bir olaydan esinlenerek yazılmış. Hallström 1920'li yıllarda geçen hikayeyi günümüze taşımış.

Hikayeyi yazmak istemedim ama o kadar etkileyici ki, ölümünden sonra Hachiko'nun heykeli yaşadığı Shibuya Tren istasyonuna dikilmiş.



Bu resim filmin sonunada Hallström tarafından eklenmiş. Richard Gere Hachi'nin sahibini, Joan Allen ise karısını oynuyor.



Birkaç gereksiz bilgi;
-Japonca "Hachi" sekiz anlamına,"Ko" prens anlamına geliyor.
-Cinsi Akita. Husky cinsine benzer bir cins



İkinci film ise gene bir sadık köpek ile ilgili: Red Dog



Kriv Stenders yönettiği bir Avustralya filmi. Film Inside Film ödüllerinde dokuz dalda aday olup yedi ödül kazanmış. Yönetmen hakkında pek bir şey bilmiyorum. Filmde tek tanıdık isim Josh Lucas. American Psycho, Beautiful Mind gibi filmlerde yan rollerden hatırlayabilirsiniz. Sanırım seyrettiğim ilk başrolü.



Film Avustralya kırsalı Dampier'de geçiyor. Özellikle görüntü yönetmenliği çok başarılı. Filmin müziklerini de çok beğendim. Köpeğin cinsi Kelpie imiş. Merak edenlere normal rengide aşağıdaki gibi.

26 Ocak 2012 Perşembe

24 Ocak 2012 Salı

HOT COFFEE



Geçtiğimiz haftasonu izlediğimiz bir belgeselden bahsetmek istiyorum. İsmi "Hot coffee".

Amerika'nın hukuk sistemi ile alakalı bir belgesel. Yönetmeni aynı zamanda avukat olan Susan Saladoff. Belgesel olarak bakıldığında bakış açısını ve anlatımını son derece başarılı buldum. Belgesel dört bölümden oluşuyor.

Birinci bölüm, doksanlı yıllarda adeta şehir efsanesine dönüşmüş, Liebeck vs Mc Donalds davası üzerine. Hikayeyi bir çoğunuz duymuşsunuzdur. Yaşlı bir kadın McDonalds'ın arabaya servisinden aldığı kahveyi üstüne döker ve bacaklarında ciddi şekilde yanıklar oluşur. Bunun üzerine McDonalds'a çok sıcak kahve satıyor diye dava açar. Birinci bölüm bu davayı anlatıyor. Örneğin dava kulaktan kulağa yayılırken, bir çok şey yanlış şekilde kamuoyu tarafından biliniyor. Örneğin dava sonunda kazanılan para 3 milyon dolar değil 640.000 dolar (sadece!!). Yanıkların nasıl olduğunu merak edenler Google'dan Liebeck vs Mc Donalds yazarak görsellere bakabilir.




Sonunda McDonalds'ın yüksek bir tazminat ödemek zorunda kaldığı bu dava, diğer firmalar için bir milat oluşturuyor. Bu tür davalarda bir üst limit belirlenmesi için kamuoyu oluşturulmaya başlanıyor. Olay "bu kadar büyük miktarlar öder isek batarız, nerede devlet nerede hükümet?"e geliyor.

İkinci bölüm ise bununla ilgili. Colin Gourley davası. Doğum sırasında doktor hatası nedeniyle ikizlerden biri sakat doğuyor. Yani biri sağlıklı diğeri ise hayatının sonuna kadar bakıma muhtaç doğuyor. Doktor dava ediliyor ve aile kazanmasına rağmen yaşadıkları eyalette bulunan dava limiti nedeniyle gereken paranın çok azına hak kazanıyorlar.



Üçüncü (Oliver Diaz) ve dördüncü bölümlerde (Jamie Leigh Jones vs Halliburton Co) ise büyük şirketlerin yargı sistemini nasıl etkilediklerini anlatıyor. Özellikle dördüncü bölümdeki Jamie Leigh Jones'un Irakta çalışma arkadaşları tarafından uyutulup tecavüz edildiğine dair açtığı dava ile ilgili bölüm ilginç geldi. Herkes tarafından çok fazla okunmadan imzalanan sayfalarca uzunluktaki sözleşmelere (örneğin kredi kartı) atıfta bulunuluyor. Kadın, imzaladığı çalışan sözleşmesinden dolayı davayı kaybediyor.